Narsisistik Kişilik

Halk Arasında…

Narsisistik kişilik örüntüsünü açıklamadan önce sanırım narsisizm kavramının halk arasındaki kullanım şeklini açıklamakta fayda var…  Narsisistik kişilik örüntüsüne sahip kişiler halk arasında egoist tipler olarak tanınırlar. “Egosu çok yüksek”  benzeri tanımlamalar bu kişiler için çok kullanılır. Halbuki ego ile narsisizm arasında ciddi farklılıklar vardır. Ego,ruhsal yapının günlük hayatta işlevselliğini arttırran bir yapıdır. Yani, egonun işlevselliği sağlıklılığa işaret iken narsisizm kavramında bundan farklı bir durum göze çarpar. Bu açıklamayı yaptıktan sonra narsisizme geri dönebiliriz.

Narsisistik kişilikler, ben merkezci (hep merkezde olmak isteyen), dikkat çekmek isteyen, dikkat çektiği oranda kendini değerli hisseden ve “genellikle” kendilerine olan özgüvenleriyle dikkat çeken kişiliklerdir. Genellikle diyorum çünkü bu kişilik türünün birden fazla görünümü mevcuttur. Peki ama narsisistik kişilik örüntüsüne nasıl sahip oluyoruz ? Neden narsisistik patolojiler kalıcı oluyor ? Bu kişilik türünün savunmaları ve davranışları nasıldır ? Bu ve buna benzer birçok soruya yazımda yanıt bulabileceğinizi umut ediyorum…

Narsisistik Kişilik Örüntüsünün Dünyasına Giriş

Narsisizm hikayesi aslında insanoğlunun doğumuyla başlıyor.  Şöyle bir dünya hayal edin : Doğuyorsunuz ve daha önce hiç var olmadığınız yeni bir ortama giriyorsunuz… Beyninizde  hiçbir hafıza kaydı yok. Işığı tanımıyor, sesleri tanımıyor, şekilleri tanımıyor, eşyaları tanımıyor, kısacası hiçbir şeyi tanımıyorsunuz. Yeni doğan bir bebek için tam bir kaos ortamı…

Ördek Narsisizm
İnsanın Narsisistik dünyası doğumla oluşmaya başlar.

Narsisizm hikayesi aslında insanoğlunun doğumuyla başlıyor.  Şöyle bir dünya hayal edin : Doğuyorsunuz ve daha önce hiç var olmadığınız yeni bir ortama giriyorsunuz… Beyninizde  hiçbir hafıza kaydı yok. Işığı tanımıyor, sesleri tanımıyor, şekilleri tanımıyor, eşyaları tanımıyor, kısacası hiçbir şeyi tanımıyorsunuz. Yeni doğan bir bebek için tam bir kaos ortamı…

Daha önce anne karnında plasentadan beslenen ve biyolojik olarak tam bir denge durumunda olan bebek artık yeni bir dünya ile karşı karşıya ! Bu dünya içerisinde karnı acıkıyor, uyku ihtiyacı hissediyor, tuvaletini yapıyor, gazı geliyor. Yani bu dünyada bir takım ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor. Bu koşullar altında dünyaya gelen bebeğin ilk hafıza kayıtları oluşmaya başlıyor. Bu hafıza kayıtları her insanın dünyasının ilk dataları olduğu için yaşamın geri kalan kısmına da kaynaklık etme özelliğini taşırlar. 

Yeni doğan bebek bakıma muhtaç olduğu için, doğumundan itibaren kendisiyle ilgilenen kişiyle bir bağlanma ilişkisi kurmaya başlar. Bu kişi genellikle annelerdir. Bebek, annenin kokusunu aldığı durumlarda rahatlamaya başlar. Kendini güvende hisseder. Anne tarafından ihtiyaçları karşılanan bebeğin aklında annesiyle kendisi bir bütündür. Bebek, kendisini annenin bir uzantısı olarak görür. Uzantısı olan bu parça (anne) karnı acıktığında karnını doyurur, gazı geldiğinde gazını çıkarır, uykusu geldiğinde uyutur, altını pislettiğinde ise altını değiştirir… Bu durum aslına bakılırsa bebeğe tanrısal bir güç hissettirir. Düşünsenize, karnınız acıkıyor, ağlıyorsunuz anında meme geliyor, altınızı pisletiyorsunuz ve anında altınız temizleniyor…

İnsanın normal gelişim evresinde, 18-36 aylık sürede kendisinin anneden ayrı bir varlık olduğunu farketmesi ve anneden ayrışması beklenen bir durumdur. Ancak annenin, çocuğun ihtiyaçlarını doğru algılayamadığı veya doyuramadığı durumlarda bebek kendisini ayrı bir varlık olarak deneyimleyemez ve tanrısal gücü kendisinde hissetmeye devam eder. Yaşamın ilk üç yılında duygusal ve bedensel ihtiyaçları çok fazla veya hiç karşılanmayan bebekler, yaşamın ilerleyen yıllarındaki potansiyel narsisistik patolojileri oluştururlar.

Narsisitik kişilik örgütlenmsinin temellerinin nasıl atıldığına yukarıdaki paragrafta atıfta bulundum. Şimdi, narsisistik kişilik örüntüsünün hayattaki görünümlerinden bahsetmeye başlayabiliriz. Öncelikle şunu bilmekte fayda var : Bu kişiliğin özellikleri her insanda az ya da çok bulunur. Bazıları narsisizmini törpülemiş bazıları ise törpüleyememiştir. Ve narsisistik kişiliği anlatırken aklınıza çok uç örnekler gelmesine gerek yok. Narsisitik kişilik örüntüsüne sahip insanlar hayatımızın her alanında mevcuttur. Bu örüntü az ya da çok her insanın içinde mevcut.

Narsisistik kişiliğin hayatının iki dayanak noktası vardır :

  1. Herkesin dikkatini çekmek ve takdir toplamak,
  2. Rezil olmamak.

Bu insanlar hayatlarını bu iki amaç uğruna sürdürürler. Seçtikleri mesleği, yaptıkları işi, ilişkilerini, inançlarını, aşklarını… Kısacası her şeyi bu iki amaç uğruna yaparlar. Toplum içerisinde genellikle başarılarıyla, girişkenlikleriyle, göz önünde olmalarıyla dikkat çekerler. Eğer dikkat çekemiyorlarsa zaten o ortamdan, o çevreden uzaklaşırlar. Genellikle kafalarına koyduklarını yaparlar. Hele bir de zeka ve fiziksel potansiyelleri buna müsaitse çıkabilecekleri en üst noktaya kadar tüm şartları zorlarlar. Bir narsisiste sen bunu yapamazsın kesinlikle demeyin ! Çünkü onu küçümsediğinizde, tüm hayatını küçük düştüğü o anı telafi etmeye harcayabilir.

Narsisistik kişilik örüntüsü
Narsisistik Kişilik Örüntüsüne sahip kişiler her alanda dikkat çekmek isterler.

Hani meşhur bir hikaye anlatılır çocukluğumuzdan bu yana: Adamın biri çocuğuna senden adam olmaz der. Çocuğu da çok çalışır, kaymakam olur ve babasını ayağına çağırır. Der ki “ baba, sen bana adam olamazsın demiştin ama bak ben kaymakam oldum” babası da cevap verir ;“ oğlum, ben kaymakam olamazsın demedim, adam olamazsın dedim !”. Bu hikaye, narsisizmi anlatmak için biçilmiş kaftan gibidir aslında.  Narsisistik örüntüsünün dışarıdan her ne kadar gösterişli, güzel ve çekici bir hayatı varmış gibi gelse de, iç dünyasında tam bir kuraklık mevcuttur. Bu kişiler kendilerini dış dünyaya çok değerli, hiç sorunu olmayan, muhtemeşem tipler olarak gösterseler de iç dünyalarında müthiş bir değersizlik duygusu hakimdir. Bu değersizlik duygusunun çoğu zaman kendileri de farkında değildirler.

Genellikle 40 yaşından sonra kendilerini gösterebilecekleri ya da dış dünya tarafından takdir edilecekleri alanlar azaldığında, sosyal destekleri azaldığında bu duyguyla yüz yüze kalır ve bir psikoterapiste zor da olsa başvurabilirler. Ondan öncesinde dış dünyadan bolca takdir topladıklarından dolayı bir kliniğe başvurma ihtiyacı hissetmezler. Zaten onlar psikolojik tedavi göremeyecek kadar mükemmel insanlardır !

Benim Terapistim En İyisi Olmalı !

Tedavi görseler bile onların terapisti en iyisi olmalıdır ! Öyle yeni yetme terapiste falan başvurmazlar genellikle. Bu insanlar bütün bir ömürlerini vitrine oynamayla geçirirler. Kendileri vitrinde duran harika bir model gibidir. Takdir toplamak için ellerinden gelen herşeyi yaparlar. Seçtikleri mesleği bile prestiji ve dış dünyanın takdirini düşünerek seçerler. Sık sık kendilerini parlak fantezilerin içinde bulurlar.

Narsisistik kişilik örüntüsüne sahip insanlar genellikle iilişkilerinde de son derece manipülatiftir. Karşı tarafın duyguları ve düşüncelerini kullanma konusunda özel bir yetenekleri vardır. Onlarla ilişki içerisinde olmak başlarda çok keyifli hissettirir. Çünkü onlar dışarıdan bakıldığında son derece akıllı, usturuplu, bilgili, entellektüel, oturmayı kalkmayı bilen kişilerdir. Böyle kişilerle ilişkiye girmek ve sevilmek bazı kişilik türlerine özellikle hoş gelir. İlk zamanlarda bu ilişki karşıdaki kişiyi cezbederken ilişki derinleştikçe  karşısında insanlara kendilerini değersiz hissettirmeye başlamaları sık görülür. Çünkü onların doğruları en doğru, inançları en iyi, seçimleri en mükemmel, hatta kakaları bile en mükemmel kakadır !

Onlarla tartışmada hiçbir zaman kazanamazsınız çünkü en doğruyu hep onlar  bilir !  Bu tür bir ilişkide kişi kendini bir süre sonra böcek gibi hissetmeye başlar. Aklını ve zekasını da etkin kullanan bir narsisist karşı tarafı tam olarak manipüle edebilir. Karşı tarafın sınırlarını işgale yeltenebilir. Narsisistik kişilik örüntüsüne sahip birine aşık olan birinin ondan kopamadığı zaman hissettiği duygu posası çıkarılmış üzüm gibi olmaktır. Çünkü bu kişiler karşı tarafın kişiliğini ve kimliğini tam olarak işgal ederler. Yüzde yüz haklı olduğunuz bir konuda bile sizi öyle manipüle edebilir ki “Allah benim belamı versin, nasıl böyle bir şey düşünebildim !”diyebilirsiniz.

Aşk ilişkilerinin dışındaki ilişkilerde de bu kişilerle tartışırken dikkatli olmalısınız ! Zira, bu kişilerin fikirleri dışındaki fikirleri hararetle savunduğunuzda, bir de bunu onları kıracak pozisyonda yaptığınızda onun gözünde bitmişsiniz demektir (kırılma eşikleri zaten çok düşüktür. Her şeyden alınabilirler !). O durumda sizin düşünceleriniz ve duygularınız aşağılanmaya başlar ;“Sen kim oluyorsun da benimle tartışıyorsun ?! Sana değer verip konuştuk kendini bir şey zannettin ! Bilgin kadar konuş !  Sen adam değilsin ! …” vb. birçok cümle duymanız son derece muhtemeldir.

Bu kişiler sıklıkla kendi düşüncesinden olan insanlarla yakın ilişkiye girerler. Yakınlık derken duygusal yakınlıktan ziyade fiziksel ve fikirsel yakınlığa yatkındırlar.  Çünkü kendi duygularını zaten hissedemezler. Düşüncelerine önem verildiğinde, takdir edildiğinde sizi göklere çıkarır, düşüncesinin tersini savunduğunuzda ise sizi yerin dibine sokar, değersizleştirir. B

u tipler genellikle bir siyasi düşüncenin, bir inancın, ideolojinin, bir grubun vb. tutkulu savunucularıdır. İçlerindeki narsisizmi içinde bulunduğu kültürün, siyasi düşüncenin, inancın vb. kabul edeceği değerler ölçüsünde sergileme eğilimindedirler. En iyi dindar, en çok ibadet eden, en çok namaz kılan, en doğru bilgiyi bilen, en iyi solcu, en iyi sağcı, en iyi eğitimci, en akıllı insan… vb. onlardır. Bunlar onu iddia etmese de hal ve hareketlerinden etrafa bu mesajı çok açık ve net bir biçimde verirler. Bu durum da içlerindeki tanrısal gücün bir yansımasıdır.

Bu yazımda narsisizmden kabaca bahsetmeye çalıştım.  Biraz dikkatle bakıp analiz ederseniz  çevrenizde birçok narsisistik kişilik örüntüsüne sahip kişilik görmeniz mümkün. Narsisistik kişilik örüntüsü duygusal ilişkilerindeki manipülatif tavrı ve tanrısal yaklaşımıyla ilişki yürütülmesi zor kişiliklerdir. Tedavi olmaya pek yanaşmadıkları ve tedaviyi değersizleştirdikleri için tedavileri zordur. 

Diğer yazılarımda görüşmek dileğiyle…

Yazar: